GEORGİ DİMİTROF’TAN “AVUSTURYALI İŞÇİLERE MEKTUP” (Mart /Nisan 1934)

GEORGİ DİMİTROF’TAN

                       “AVUSTURYALI İŞÇİLERE MEKTUP”

(Mart /Nisan 1934)

I

Ancak 15 Ocak 1934’te Leipzig Hapishanesinde aldığım 07 Aralık 1933 tarihli bir mektup önünde duruyor. Bu, bugün Şubat-Olaylarından sonra dünya çapında meşhur olan Karl-Marks-Hof (Avlusu- avlulu binalar kompleksi – ÇN)’nun bir çalışma grubunun bir mektubudur. Mektubun içeriği şöyledir:

 

Karl-Marks-Hof                                                                                                             Viyana, 07 Aralık 1933

Sevgili Dimitrof yoldaş

Bizlerden birçokları adına sana en içten selamlarımızı yolluyoruz. Milyonlar senin cesur sözlerini kulak kabartarak dinliyorlar. Bu sözcüklerle milyonlara yeni güç veriyorsun. Mücadelen boşuna olmayacaktır; bu mücadele bizim de mücadelemizdir. Bilinçli proletaryanın büyük ordusu kenetlenmiş bir şekilde arkanda duruyor.

Yoldaş senden birkaç satır yazmanı rica ediyoruz.

Proleter özgürlük selamlarıyla

(Altında bir dizi imza)

 

Bu mektubun bana ulaştığı aynı gün sıkı polis sansürünü aşarak aşağıdaki kısa yanıtı yollamaya çalıştım:

“Sizin geçen yılın 07 Aralık tarihli dostça mektubunuzu bugün aldım ve onu büyük sevinç ve şükranla

         okudum. Mahkemedeki tutumun ile ilgili olarak sadece proleter yükümlülüğümü yerine getirmeye ve

       kahraman sınıfıma sonuna kadar sadık kalmaya çaba gösteriyorum.

                                                                                                      Kardeşçe mücadele selamlarımla.”

 

En azından bu kısa yanıtın gerçek alıcı adresine ulaşıp ulaşmadığını bilmiyorum.

Berlin’deki Göring Gizli Polisinin zindanlarında Alman faşist gazetelerinden Avusturyalı işçilerin kahramanca mücadelelerini öğrendiğimde Avusturyalı işçilerin bu mektubunu giderek yineleyerek okudum. Olayların gelişimini ve Avusturya proletaryası ile faşizm arasındaki silahlı mücadelenin akıbetini en derin heyecanla izledim. Sizin proleter kahramanlığımız içimi ölçülemez sevinçle doldurdu; Sosyal-demokrat önderliğin haince siyasetini derin nefretle öğrendim.

Hapishanedeki ağır koşullardan ve dava sırasındaki gerilimden dolayı hâlâ hasta bir şekilde Sovyetler Birliği’ne varışımdan sonra birinci konumda Avusturya olayları ve sadece Avusturyalı işçiler için değil, aynı zamanda tüm kapitalist ülkelerin işçileri için geçerli olan bunun tarihi derslerini ayrıntılı bir şekilde öğrenmek için çaba gösterdim.

Şimdi düşüncelerimi anlatmak ve bana yazan yoldaşlarla ve de tüm Avusturyalı savaşçılarla proleter dava için Avusturya olayları hakkında bazı fikirleri paylaşmak istiyorum.

Sözü geçen mektubu kaleme alanlardan kimlerin hayatta kaldıklarını bilmiyorum. Oysa hem yaşamda kalanlarla hem de mücadele içinde (şehit) düşen Avusturyalı savaşçılarla bugün her komünist işçi sınıfının ortak davası için mücadelenin yıkılamaz bağı ile bağlıdır.

Avusturya gericiliğin işçi sınıfı üzerindeki kanlı zaferini kutladığı bugün, bizler komünistler, işçiler savaşmış olanlar ve şimdi hâlâ savaşanlar kendimizi birbirimize daha yakın hissediyoruz. Binlerce katledilen işçiler, binlerce yaralılar ve zindana atılanlar, ülkenin bütünündeki dizginsiz terör, sadece Almanya’daki faşist rejim ile karşılaştırabilecek proletarya için zindan rejimi, bu, Dollfuß-hükümetinin cellat-çalışmasının bilançosudur. (1)

Burjuvazi, kadınlar ve çocuklarla birlikte işçilerin obüslerle topa tutulması emrini veren Dollfuß ve Frey gibi insanların kafalarına zafer taçları koyuyor.

Papa’nın elçisi bu cellatları kutsadı. Aynı zamanda sosyal-demokrasinin ödlek önderleri, onların silaha sarılmaması gerektiği; proletaryanın, sadece neredeyse 50-yıllık mücadelenin ekonomik ve siyasi kazanımlarını değil, aynı zamanda onların en temel varlığını da tehdit eden faşizmin kanlı genel saldırısına silah elde yanıt veren bir hata yaptığını eğitici bir tarzda işçilere öğretiyorlar.

Oysa mücadelesiz bir kapitülasyon Avusturya proletaryasını gericilikten kurtarır mıydı? Kesinlikle Hayır. Bununla gericilik daha küstah ve daha kendine güvenir hâle geldi.

Avusturya proletaryası sınıf olarak bizzat kendisinin prensiplerinden caymak istemedi. Ve haklı olarak. Bu proletarya, sosyal-demokrasinin ihanet ettiği Alman işçi sınıfının akıbetinin işkencecilerine kendisini mücadele etmeksizin boyun ederek teslim olmak istemedi. Avusturya proletaryasının silahlı mücadelesi, sadece Avusturya burjuvazisi için değil; aynı zamanda tüm ülkelerin burjuvazisi için de somut bir uyarıydı. Bu silahlı mücadele proletaryanın faşizmin egemenliğine asla katlanmayacağını gösterdi.

Hayır, Avusturya işçi sınıfının silahlı mücadelesi bir hata değildi. Hata, bu mücadelenin örgütlü olmayışı ve devrimci, Bolşevik tarzda yürütülmemiş olmasıydı.

Avusturyalı işçilerin Şubat-Mücadelesinin esas zaafı, onların (Avusturyalı işçilerin –ÇN) sosyal-demokrasinin zararlı nüfuzu nedeniyle, faşizmin saldırılarına karşı kendisini savunmanın yetmediği, bilakis onların silahlı direnişlerini burjuvazinin devrilmesi ve iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi için bir mücadele dönüştürmek zorunda olduklarını kavramadıklarında yattı. Avusturya proletaryasının faşizme karşı silahlı direnişi gerçekten silahlı bir ayaklanmaya geçmedi. Esas hata burada bulunuyor.

Avusturya’da gericilik kazandı. Ama bu sadece geçici bir zaferdir. Bu zafer burjuvazinin gelecekteki yenilgisinin unsurlarını daha bugünden içinde barındırıyor. Avusturyalı işçiler için şimdi kuşkuya düşmemek, kendi sınıfının gücüne inancını kaybetmemek, bilakis tersine Şubat-Mücadelesinin derslerinden tüm gerekli siyasi ve örgütsel sonuçları, her şeyden önce sosyal-demokrasi ile ilgili olarak çıkarmak durumunda olmak önemlidir.

Yoldaşlar, Rusya’daki 1905 yılını düşünün! O zamanlar Çarlık Rus işçilerin kahramanca ayaklanmasını bastırmıştı. Oysa tam da bu ayaklanmanın muzaffer Ekim 1917 için tarihsel ön koşul olduğunu kim bilmez?1923 yılında Bulgar proletaryasının Eylül-Ayaklanması bastırılmıştı. Ama aynı 1905’te Rus proletaryası gibi Lenin’in önderliğinde onun ayaklanmasından tüm dersleri çıkararak ve bundan kendi davasına inancı almayı başardığı gibi Bulgar işçileri de bu ayaklanmasının kanlı bir şekilde bastırılmasından sonra başlarındaki Komünist Partisi ile birlikte ve Komünist Enternasyonal’in önderliğinde çok daha fazla güçleri çelikleştirdi; partisini sağlamlaştırdı ve bugün Bulgar faşizmini karşı boyun eğmez bir mücadeleyi yürütüyor. Bulgar proletaryası Eylül-Ayaklanmasının deneyimlerinden kendi zaaflarının köklerini, bolşevizmin teori ve pratiğinin doğruluğunu ayan-beyan tanıdı. Bulgar proletaryası ve illegaliteye zorlanan partisi bolşevizmin öğretisinden kendi faaliyeti ve mücadelesi için sarsılmaz temeli yaptı ve bu tarzla Eylül-Ayaklanması yenilgisini Bulgaristan’da proletaryanın devrimci hareketinin muzaffer gelişmesi için bir ön koşul hâline dönüştürdü. Bugün sınıf düşmanları bile, Bulgar proletaryası ve onun partisinin 1923 Eylül-Ayaklanmasının öncesinden çok daha güçlü olduğunu teslim ve kabul etmek zorundadır.

Avusturyalı işçiler bu tarihsel örneklerden temelli bir şekilde öğrenmek zorundadırlar. 1905’te Rusya’da ve 1923’de Bulgaristan’da olduğu gibi bugün Avusturya’da da mücadele eden işçilerin kanlı bir şekilde imha edilmesiyle proletarya ile burjuvazi arasında yaratılan aşılmayan uçurum proletaryanın gelecekteki zaferi için daha şimdiden ön koşullardan biridir

II

Otto Bauer (2) Avusturya’da bir felaketten söz etti. Evet, bir felaket vardır. Oysa tüm II. Enternasyonal’in, onun teorisi, siyaseti ve taktiğinin bir felaketi, burjuva-parlamenter demokrasi yoluyla kapitalizmin sosyalizme barışçıl, acısız geçişi sosyal-demokrat teorinin bir boşa çıkması; çürümekteki kapitalizmi yamamaya çalışan reformist bir politikanın başarısızlığa uğraması; proleter devrimi önlemeye yönelmiş bir taktiğin boşa çıkması.

Almanya Sosyal-demokrat Partisi’ninkinden sonra bu şimdiden iki felakettir. Diğer kapitalist ülkelerdeki sosyal-demokrat partiler hakeza felakete doğru gidiyorlar. Onun söylediği gibi ne güçlü sosyal-demokrasinin ne de büyük komünist partisinin iktidarın Hitler tarafından ele geçirilmesine karşı herhangi bir direniş gösteremediği Almanya’da Otto Bauer faşizm tarafından iktidarın ele geçirilmesinin kaçınılmazlığını kanıtlamak için boşuna Almanya’ya atıfta bulunuyor. Peki, komünist partisi önderliğinde kurulan Anti-faşist cepheye karşı Almanya Sosyal-demokrat Partisi uzun süre Severing, Zörgiebel, Grensinsky’lerin yardımı ile kanlı bir mücadele yürütmedi mi? Almanya Komünist Partisi’nin faşizme karşı bir Birleşik Cephe’nin yaratılması için, bunlar arasında Ocak 1933’te birleşik cephe için öneri de olmak üzere, birçok tekliflerini sabote etmedi mi? Almanya Komünist Partisi’nin bir genel grevin derhal ilan edilmesi önerisini ret etmedi ve komünist ve sosyal-demokrat işçilerin faşizme karşı ortak eylemini boşa çıkarmadı? Eğer Almanya Sosyal-demokrat Partisi böyle davranmasaydı, o zaman Alman proletaryası iktidarın faşistler tarafından ele geçirilmesini kesinlikle başarabilir ve Alman halkı kanlı faşist azgınca saldırıların kurbanı olmazdı. Ne yazık ki Almanya Komünist Partisi o zamanlar Almanya Sosyal-demokrat Partisi’nin sabotaj ve ihanetini aşmak ve Alman işçileri Hitler-çetelerine karşı açıktan silahlı mücadeleye sevk etmek için yeterli derecede güçlü değildi. Gerek Almanya’da gerekse şimdi de Avusturya’da faşizmin zaferinin bütünüyle sorumluluğunun sosyal-demokrasinin üzerinde olduğu ayan-beyandır.

Avusturya ve Almanya’daki olaylar sosyalizmin Sovyetler Birliği’nin muzaffer inşasının ışığında milyonlarca kitleler tarafından denenen sosyalizme giden her iki yol için deneyimleri temelinde şu anlama geliyor: Bir yanda Lenin ve Stalin’in partisinin yolu, Komünist Enternasyonal’in yolu; diğer yanda Avusturya ve Alman sosyal-demokrasisinin yolu, II. Enternasyonal’in yolu. Birinci yol, proleter devrimin yolu, şimdiden Sovyetler Birliği’nde işçi sınıfını ve onun önderliğinde köylülüğün esas kitlelerini sosyalizme götürdü. İkinci yol, burjuvaziyle uzlaşmanın yolu, İtalya’daki (3),Almanya’daki (4) ve Avusturya’daki olayların açıkça gösterdiği gibi, karşı-devrimin zaferine, faşizmin galebesine götürdü.

Bolşeviklerin güçlü eseri Sovyetler Birliği sarsılmaz bir kaya gibi duruyor: Burjuvazi ve büyük toprak sahipleri imha edildi; işçi sınıfının iktidarı kuruldu; güçlü bir Kızıl-İşçi-ve Köylülerin Ordusu ile birlikte güçlü bir proleter devlet yaratıldı; yeni, sosyalist bir ekonomik sistem inşa edildi; işsizlik ve kırdaki yoksullaşma giderildi; emekçi kitlelerin maddi ve kültürel seviyesi kent ve kırda sürekli olarak yükseliyor. Buna karşın Avusturya ve Almanya’da “demokratik sosyalizm”den hiçbir şey geriye kalmadı. Buralarda Dollfuß, Fey, Hitler, Göring gibi insanlar bütünüyle hüküm sürüyorlar; buralarda işçi sınıfının tüm hakları ellerinden alındı; silahlar burjuvazinin elinde; (Viyana’daki) Belediye Sarayı Heimwehr tarafından işgal edilmiş durumda; sosyal-demokrasi tarafından “sosyalizme barışçıl geçiş”ın sembolü olarak göklere çıkarılan Viyana Belediyesinin işçi evleri top ateşiyle yarısı tahrip edilmiş ve Avusturya proletaryasının elinden alınır durumda.

Oysa yoldaşlar 1918’de bütün bunlar sizin elinizdeydi. Silahlar sizin elinizdeydi; sizler işçi ve asker Sovyetleri oluşturmuştunuz. İki taraftan, Macaristan ve Bavyera, Sovyet(şura) cumhuriyetleri tarafından çevrilmiştiniz. Burjuvazi aklını yitirmişti: O (burjuvazi –ÇN) sizin 1917 Rus işçileri gibi kendi burjuvazinize davranabileceğinden korkuyordu. Sizin onların evlerine ve villalarına işçiler için el koyacağınızdan korkuyordu; ama bugün sizin işçi evlerinizi top ateşine tutuyor ve sizin evlerinizi sizin kadın ve çocuklarınızın katillerine dağıtıyor. O sizin onların tüm siyasi partilerini dağıtacağı ve yasaklayacağınızı bekledi; ama bugün o sizin örgütlerinizi yasaklıyor. O sizin tüm burjuva basını yasaklayacağınızı bekledi; ama bugün o sizinkileri yasaklıyor. O sizin Dollfuß, Fey, Starhemberg ve işçi sınıfının diğer cellatları gibi insanları hapishanelere tıkacağınızı bekledi; ama bugün o işçileri zindana atıyor ve devrimcileri idam ediyor.

Eğer Avusturya ve Alman proletaryası 1918’de Rus Bolşeviklerinin yolunu izleseydi, o zaman – ne Avusturya’da ne Almanya’da, ne Polonya’da ne de Balkanlar’da bugün faşizm olurdu. Ve burjuvazinin değil, bilakis işçi sınıfının Avrupa’da zaten çoktan durumun hâkimi olacağı her kuşkudan muaftır.

Oysa Fritz Adler (5) ile Otto Bauer’in başında bulunduğu Avusturya sosyal demokrasisi işçi sınıfını başka bir yola götürdüler. O (Avusturya sosyal-demokrasisi – ÇN) devrime karşı burjuvaziyle bir ittifak yaptı. O, Avusturyalı işçileri Rus işçi ve köylülerinin kahramanca mücadelesinin zorluklarıyla korkutmaya çalıştı; proletaryaya devrimsiz, kan dökülmeksizin – sadece seçim pusulaları ve parlamenter entrikalar yardımıyla – bir sosyalizmi vaat etti. İşçileri burjuvaziye karşı mücadeleye değil, bilakis burjuvazi için sadece devrimden kurtulmak için bir araç olan onunla cüzi miktarda, geçici tavizler temelinde Burgfrieden (Orta Çağda: Kale içindeki kamu güvenliği; partiler/taraflar arasındaki geçici barış –ÇN)’a götürdü. Siz yoldaşlar ne yazık ki bu yolun vahim sonuçları hakkında sizi ikna etmeye çalışan komünistlerin sesine kulak vermediniz. Gericiliğin önünde teslimiyet siyaseti ile işçi sınıfını ricattan ricata, yenilgiden yenilgiye sürükleyen sosyal-demokrat parti önderliğinin ihanetini yıllarca sineye çektiniz. Gericilik ve faşizm Sosyal-demokrat Partinin gözü önünde 15 yolun boyunca engellenmeksizin ve sistematik bir şekilde güçlerini örgütledi.

Diğer taraftan gericiliğin kendi güçlerini organize etmesi engellenebilir miydi? Avusturya faşizminin yolu kesilebilir miydi? Bu kuşkusuz mümkündü. Ama sadece devrimci mücadeleyle. Yoldaşlar, Schattendorf’tan faşist katillerin beraat etmesine yanıt olarak kitlelerin sokağa çıktığı 15 Temmuz 1927’yi hatırlayın. Bu, Avusturya’da sınıf mücadelesinde ve sınıfların güçler dengesinde bir dönüm noktası demekti. Burjuvazi o zamanlar proletarya üzerinde büyük bir üstünlük sağladı ve Avusturya’da faşist bir diktatörlüğün kurulması için hummalı bir hazırlığa başladı. Sosyal-demokrat Parti en azından mücadele iradesinin bir kıvılcımını korusaydı, o zaman Temmuz 1927-Hareketini proleter bir devrime dönüştürmesi ona kolay gelirdi.(6) Ama onda bunun için bu cesaret eksik olsa bile o her halükârda faşizmin imha edilebilmesine şöyle ulaşabilirdi: Bunun için sadece işçileri alıkoymamak gerekliydi. Oysa sosyal-demokrasi Avusturya proletaryasının faşizme karşı bu güçlü eyleminin de altını oydu. 1927’de mühimmat deposundan     işçilerin silahlarını teslim etti; 1928’de faşistlere fabrikaların kapılarını açan Hüttenberg Anlaşmasını yaptı; o o zamanlar ordudan proleter unsurların temizlenmesini kolaylaştıran Ordudaki Disiplin hakkındaki Julius-Deutsch-Yasasının yaratıcısı idi; Heimwehr’in taleplerine uygun olan 08 Aralık 1929 tarihli Anayasa Reformuna onayını verdi; belediye başkanı Seitz vasıtasıyla 1930’da faşist yürüyüşlere izin veren ve komünistlerinkini yasaklayan o idi.

Sosyal-demokrasi evet, silah deposuna sahip idi; kendisine ait askeri örgütü (Schutzbund: Koruma Birliği –ÇN) vardı; arkasında Viyana nüfusunun üçte ikisi duruyordu. Avusturya’nın tümünde işçi sınıfı üzerinde neredeyse tek başına bir nüfuza sahipti. Buna karşın faşistler cezaya uğramaksızın onların gözü önünde işçileri peşi peşine katlettiler ve her keresinde sosyal-demokrasi pes etti ve sadece kendisinin gelecek cinayette burjuvaziyi “örgütlü işçi sınıfının gücü” ile terörü durdurmaya zorlayacağı ile tehdit etti. Ama Dollfuß, Fey gibiler ve Heimwehr huzur içinde işlerini yürütmeyi sürdürdüler – onlar böylesi sosyal-demokrat açıklamaların değerini biliyorlardı. Örgütlü işçilerin gücü sürekli pes etmekle gösterilmez.

III

Ve oysa eğer sizler, sosyal-demokrat işçiler kendilerinin teslimiyetçi ve bozguncu yönelimi ile mücadeleyi daha en başından demoralize eden sosyal-demokrat önderlerinin siyasetinin peşine takılmayı ret etseydiniz; eğer sizler komünistlerle birlikte zamanında mücadelenin örgütlenmesi ve önderliğini kendi ellerinize alsaydınız, Avusturya proletaryası daha Şubat 1934’de zafer kazanabilirdi.

Silahlı mücadele partinin genel politikasından kopuk bir eylem değildir. Sürekli boyun eğen, 15 yıllık süreç içinde işçilerden mücadeleden kaçmayı talep eden bir parti 24 saat içinde siyasi ve örgütsel olarak kendisini hiçbir şekilde bir silahlı mücadeleye uyduramaz.

Otto Bauer şimdi kendisinin “Avusturyalı İşçilerin Ayaklanması” broşüründe genel grevin başarısızlığından ahu vah ediyor/sızlanıyor. Peki, genel grevi sosyal-demokrasi mi hazırladı ki? Tersine sosyal-demokrat önderlik en başından itibaren, bilinen “dört madde”den (faşist anayasanın anayasaya aykırı olarak zorla kabul ettirilmesi, Sosyal-demokrat Partinin feshedilmesi, sendikaların feshedilmesi veya onların bürokratik sendikalara dönüştürülmesi, Viyana’ya bir hükümet komiserinin atanması) birinin gerçekleşmesi hâlinde işçilerin genel grev için bizzat kendilerinin inisiyatifi ele alacaklarını açıklayarak grevin sorumluluğunu burjuvazinin üstüne yıkmaya çalıştılar.

Ve Otto Bauer’in kendi broşüründe bizzat haklarında şöyle yazdığı işçiler bin kere haklıydı: “Fabrikalarda ve parti seksiyonlarında sabırsızların, mücadele ateşi ile kavrulanların, ileriye atılanların sesleri çoğaldı: Artık daha fazla beklemeyelim! Bu dört maddeden birisi gerçekleştiğinde biz artık mücadele edebilecek durumda olmayacağız. Mücadele edebilecek durumda olduğumuz sürece saldıralım! Aksi halde Almanya’daki yoldaşların başına gelenlerin aynısı bizim başımıza gelir.” (Otto Bauer, “Avusturyalı İşçilerin Ayaklanması”, s: 14)

Otto Bauer’in bizzat kendisi bugün, Sosyal-Demokrat Parti önderliğinin Şubat-günlerinde mücadeleye karşı olduğunu; oysa kendiliğinden mücadeleye başlayan işçileri artık durduramadıklarını teyit etti. Otto Bauer krizi hatırlatarak, demiryolcuların grevini boşa çıkaran ve bununla hükümete, Floridsdorf’lu (Viyana bir işçi semti – ÇN) işçiler kanlarını dökerken, taşradan topları ve askeri birlikleri nakil etme fırsatını engellenmeksizin veren demiryolcular fonksiyonerlerini haklı çıkarmak istiyor.

O (Otto Bauer) silahlı mücadelenin günü 15 Şubat’ta matbaa işçilerini grevi kesmeye ve yeniden işe geri dönmeye çağıran Matbaa İşçileri Birliği’nin sendika fonksiyonerlerini keza temize çıkarmaya çalışıyor.

Otto Bauer broşüründe, salt işçilerle birlikte mücadeleye gitmemek için sosyal-demokrat önderlerin kendilerini tutuklattıklarını anlatıyor. Tam da “mücadeleye katılmayan ve tıpkı diğer günlerdeki gibi pazartesi günü sendika sekretaryalarında, Viyana Belediye Sarayındaki dairelerinde, kendilerinin bölge, ilçe ve belediye ofislerinde oturanlar” (s: 3) tutuklandılar.

Evet, gerçekten böyle oldu. İşçi sınıfının hainleri her zaman böyle davranırlar. Ama Avusturya sosyal-demokrasisinin önderi, II. Enternasyonal’in sekreteri Fritz Adler, Avusturyalı işçiler elde silah mücadele ederken, utanmadan mücadeleden çok uzakta bulunan “kendisi güncel/gündemdeki işlerle meşgul olduğundan” onların mücadelesine katılamayacağını kamuoyu önünde açıklayan aynı kişi, kendilerini işçi önderleri adlandıran bu korkak mücadele kaçkınlarından çok daha iyi değildi.

Yoldaşlar böylesi firarcı/kaçkınlarla acaba mücadeleye gidilebilir mi? Oysa bunlar daha mücadeleden önce bir yenilgi yaygarası koparan, daha birinci kurşunda mücadele edenlerin saflarında panik yaratmaya çalışan insanlardır. Bu insanlar işçi sınıfının zaferini arzu etmiyorlar; onlar bu zaferden korkuyorlar. Onlar kendileri karşısında daha uysal olsunlar ve onlarla konuşabilsinler diye burjuvaziyi az biraz ürkütmek istiyorlar. Bundan dolayı önce işçileri alıkoyuyorlar ve sonra işçilerin eylemlerinin boyutunu sınırlamaya ve geniş kitleleri bundan dışlamaya bilinci olarak çalışıyorlar. Schutzbund’a mücadelede yardım etmek isteyen işçilere şunu söylediler: “Evlerinize gidin, gaz olduğu sürece yemeğinizi pişirin. Silahlı mücadele sizin davanız/işiniz değildir. Bu, Schutzbund’un davası/işidir.” Ve onlar mücadele etmek isteyen işçilere hiç silah vermediler.

Avusturya işçi sınıfının bugün sosyal-demokrat önderlik cürmünün bedelini ödemek zorunda kaldığı ağır kayıplar / kurbanlar anımsandığında insan yüreğini acı ve acılık dolduruyor.

Devrimin bir neferi bilinciyle dolu olarak Karl-Marx-Hof’un şanlı savaşçılarının Linz’deki daha ilk kurşunda Heimwehr’in tarafına geçen Kärnten ve Vorarlberg’den sosyal-demokrat örgütler fonksiyonerlerini gibi aynı parti üyeleri oldukları olgusuna katlanamıyorum. Öylesine kahramanca mücadele eden kahramanlar olarak ölen sosyal-demokrat proletaryanın Otto Bauer, Fritz Adler, Deutsch ve Seitz gibi böylesine acınacak siyasi dar kafalı suç ortaklarına ve ödleklerine yıllarca sahip olduklarını insan tasavvur edemiyor / insanın havsalası almıyor.

Sizin silahlı mücadeleniz özünde Dollfuß tarafından zedelenen anayasayı yeniden yerleştirme/kurma için bir mücadeleydi. Bu mücadele bu çerçevenin dışına çıkmadı; kendisini iktidar uğruna bir mücadeleye dönüştürmedi. Oysa burjuvazinin parlamenter demokrasinin yöntemleri ile artık hükmetmek durumunda olmadığı ve onun faşizm yoluna girdiği kapitalizmin genel krizinin yüzyılında işçilerin mücadelesi için belirleyici sorun tarihsel olarak köhnemiş burjuva demokrasisinin yeniden kurulması değil, bilakis burjuvazinin devrilmesi için mücadele, proletarya diktatörlüğü için mücadeledir. Tek başına Sovyet iktidarı şiarı, geniş emekçi kitlelerine, mücadelecilerin saflarını sağlamca sıklaştırmaları ve mücadele eden işçiler ile proletaryanın ve köylülüğün tüm diğer kitleleri arasında kırılmaz bir bağın yaratılması bilincini getirdi. Avusturyalı işçiler sadece Sovyet iktidarı uğruna mücadeleyi hedef alsalardı, onların silahlı eylemi gerçekten silahlı bir ayaklanmaya dönüşebilirdi.

Evet, yoldaşlar sizin silahlı mücadeleniz ne yazık ki iktidar uğruna bir mücadele değildi ve bu nedenle Marks ve Lenin’in öğrettiği üzere gerçekten silahlı bir ayaklanma değildi. Bu hedefin – iktidarı ele geçirme – sizin silahlı mücadelenizde eksik olması olgusu sizin kahramanca eyleminizin esas zaafıdır.

Avusturyalı işçilerin mücadelelerinde silahlı direniş çerçevesi dışına çıkmaması durumu asla raslantısal değildir. Bu gerekli olarak Avusturya sosyal-demokrasisinin bütünüyle siyasi yöneliminden ortaya çıktı. “Biz şimdilik ne kapitalizmi ne de burjuvaziyi devirmek istiyoruz” – sosyal-demokrat önderlerin siyasi tezi böyleydi. Başka sözsüzlerle mevcut somut durumda bunun anlamı şuydu: siz mücadele içindeki işçiler düşmana saldırmaya izinli değilsiniz, sizlerin sadece belediye evlerini düşmana karşı savunmanız gereklidir. Böylesi bir yönelimde işçiler mücadele içinde inisiyatifi ellerinden yitirirler; bu inisiyatifi bütünüyle hasma terk ederler.

Sosyal-demokrat önderlerin bu yönelimden kendilerine rehber aldıkları işçilerin becerikliliği hangisiydi? Mücadeleciler fare kapanındaki gibi kendi evlerine kapanmış, birbirleri arasında bağlantı olmaksızın oturdular. Onlar (işçiler –ÇN) ne kendi evlerine giriş noktalarını ne de hasımların Karl-Marx-Hof gibi buralardan işçilerin böylesi mevzilerini engellenmeksizin topçu ateşine tutabildikleri yükseklikleri güvence altına aldılar. Evde kalınması ve Schutzbund’un mücadelesinin sonucunu beklemeleri direktifleri ile sosyal-demokrat önderler işçi semtlerinin sokaklarını hükümetin birliklerine terk ettiler; böylece bunlar engellenmeksizin hareket edebildiler. Hükümet birlikleri kendilerini savunan işçilerin üslerini birbiri ardı sıra ele geçirme olanağına sahip oldular. Buna karşın işçilerin bir saldırı taktiği hükümet birlikleri saflarında şaşkınlık getirir ve yalpalayan unsurları proletarya için kazanabilirdi.

Burjuvazi, işçilere karşı mücadele için özel nakliye araçlarına el koymakta, tutukluları rehine almakta tereddüt etmedi. Oysa Avusturya sosyal-demokrasisinin eğitiminden geçmiş olan mücadele eden işçiler ise özel mülkiyetin kutsallığına dokunup gıda maddelerine el koymak yerine aç kalmayı yeğlediler. Burjuvazinin saflarından rehineler almayı akıllarının ucundan bile geçirmediler. Otto Bauer ve Schutzbund’un önderi Julius Deutsch bu küçük burjuva yumuşaklığı bugün vatandaşlık erdemliliğinin emsal örneği olarak ortaya koyuyor. Rus işçileri o zamanlar aynı taktiği uygulasalardı, o zaman onların ensesinde kendi Dollfuß’ları hatta bu bile boza pişiriyor olacaklardı.

Sadece şunu düşünün: işçilerin nasıl bir kahramanlığı, nasıl bir kendini feda edici cesareti ve sosyal-demokrat önderler vasıtasıyla işçiler arasındaki nasıl bir kan gölü!

IV

Şimdi ne yapılmalıdır, yoldaşlar? Her şeyden önce 1918’den Şubat 1934’deki silahlı mücadeleye kadar kat edilen yolun temelli bir gözden geçirilmesi gereklidir. Sosyal-demokrat siyasetin bütünüyle iflasını yansıtarak bu mücadeleden çıkan dersleri kullanmak gereklidir. Bu ne kadar çabuk yapılırsa, sizin için bir o kadar daha iyidir ve tüm Avusturya işçi sınıfı için onun kesin zafer bir o kadar daha yakındır.

Bizzat kendisinin aynı zamanda tüm sosyal-demokrat parti önderliğinin cürmünü silmeye çalışan Bauer’in “Eleştirisi”nin tersine; sizlerin görüşüme göre sosyal-demokrat önderliğin işçileri zehirlediği bu görüşler sistemini en keskin, acımasız eleştiriye tabiye tutması gereklidir. Sizin sosyal-demokrat önderlik altında kat ettiğiniz yolu ele alın ve değerlendirin! Sosyal-demokrat basının ve sosyal-demokrat önderliğin bu yolun savunulmasına dair yazdıklarını ve konuştuklarını hatırlayın ve onların laflarını katı olgularla karşılaştırın. Aslında bizzat yazarın kendisine ve tüm sosyal-demokrat siyasete karşı bir iddianame olan Otto Bauer’in broşürünü eleştirel olarak değerlendirin. Diğer taraftan Komünist Enternasyonal’in bu 15 yıl boyunca size söylediklerini anımsayın. Ve sizler sınıfınıza bu ne kadar acı olursa olsun gerçeği söylemek zorundasınız.

Ve bu hakikat sizi, sosyal-demokratların değil, bilakis komünistlerin; II. Enternasyonal’in değil, bilakis Komünist Enternasyonal’in haklı olduğu kavrayışına götürecektir. Komünistler, Avusturya sosyal-demokrasisinin 1918-Devrimini yenilgiye götüreceğini söylediklerinde haklıydılar. Sosyal-demokrasi siyasetinin burjuva diktatörlüğünü sağlamlaştırmaya götürdüğü konusunda onlar sizleri uyardığında haklıydılar. Sosyal-demokrasinin kapitalizmin egemenliğini kurtardığını; onun sosyalizme götürmediğini size söylediklerinde haklıydılar. İşçilerin burjuvaziden mücadele ederek kopardığı tüm ekonomik, siyasi ve sosyal kazanımların, onların tüm komünal evlerin vs. sürekli olarak tehdit altında olduklarını, onun (burjuvazinin –ÇN) elinden iktidar alınmadıkça burjuvazinin bunları ellerinden alacaklarını söylediklerinde haklıydılar. İşçi sınıfının çıkarlarının savunulması burjuvazi ile uzlaşmalarla değil; bilakis sadece ona karşı amansız bir sınıf mücadelesi ile gerçekleşebileceğini söylediklerinde komünistler haklıydı.

Avusturya sosyal-demokrasisinin bugün siyasi olarak iflas ettiğini devamında kabul etmeyi gerçek sizi yükümlü kılar. Kendisine çok şeyler verilen ve hepsini kaybeden ve her şeyi kumarda kaptıran bir parti, böylesi bir parti artık var olma hakkına sahip değildir. Böylesi bir parti işçilerin bilincinde sadece nefreti hak ediyor. Sadece eğer Avusturya proletaryası sosyal-demokrasinin siyasi ve örgütsel nüfuzunun üstesinden gelirse, zafere götüren yeni yola, Dollfuß ve Fey, Heimwehr, faşizm üzerindeki zafere götüren yola, adım atabilir.

Yani yoldaşlar, burada Sosyal-demokrat Parti’den örgütsel bakımdan kopmak ve komünist işçilerle el ele Avusturya işçi sınıfının gerçek bir mücadele birliğini yaratmak söz konusudur. Bu mücadele birliği sadece devrimci mücadele temelinde mümkündür. Bu birlik işçi sınıfının güçlerini on misli arttıracak ve faşizmin ofansifini birçok misli zayıflatacak; proletaryanın köylülük üzerindeki devrimci nüfuzunu yükseltecek ve burjuvazi ve kapitalizme karşı muzaffer mücadele için, Sovyet iktidarı uğruna mücadele için ön koşulları yaratacaktır.

Avusturya işçi sınıfının devrimci birliği için en büyük tehlike bugün Avusturya sosyal-demokrasisini yeni bir yaşama uyandırmayı, yeni “sol” bir programın temelinde bile olsa, onu kurtarmayı denemek olurdu. Böylesi çabalardan Avusturya işçi hareketinin ayrışmasından başka bir şey çıkmazdı. Sizin saflarınızda hâlâ 15 yıl boyunca sosyal demokrasinin siyasetini “sola doğru düzeltmeye” çalışmaktan başka bir şey yapmamış insanlar var. Sonuçları ortadadır!

Daha az korkunç olmayan bir yanılgı, eğer sosyal-demokrasiden Dollfuß-faşizmine karşı mücadele içinde düş kırıklığına uğrayan işçiler, Hitler-faşizminde bur dayanak arama düşüncesine varırlarsa, olurdu. Avusturyalı milliyetçi-sosyalistler (Naziler –ÇN) Avusturya proletaryasının silahlı mücadelesinde işçi katillerinin yanında yer aldılar. Onlar bugün kahverengi leş akbabalarına benzer bir şekilde muharebe meydanının üzerinde turlarını atıyorlar ve sosyal –demokrasiden hayal kırıklığına uğramış ve yol ayrımında bulunan Avusturyalı işçileri Hitler-faşizmine kazanmak için demagojik bir şekilde proletaryanın kurban ve acılarını kullanmaya çalışıyorlar.

Biz komünistler Avusturya işçi sınıfının yakın geleceğine inançla doluyuz. Proletaryanın tüm dünyadaki nihai zaferinden kesinlikle eminiz. Bu sarsılmaz ikna olmuşluk Leipzig davası sırasında, aynı Karl-Marx-Hof-savaşçılarının ölümün gözünün içine baktıkları gibi, azgın düşmanın doğrudan gözünün içine bakmakta bana güç verdi. Faşizmin beraberinde getirdiği yangınların, köleliğin, sefaletin görüntüsü arkasında doğuda dünya proletaryasının güçlü kalesi – Sovyetler Birliği’ni – görüyoruz. İnsanlığın sosyalizme doğru tarihsel gelişmesini durdurabilecek hiçbir güç yoktur. Bir muharebe sona erdi, savaşçılar ölülerini sayıyorlar; ama onlar yıkılmadı. Büyük proleter ordu sonal zafere doğru, ileriye doğru yürümeyi sürdürüyor.

Belki sosyal-demokrat işçiler, yoldaşlar burada ortaya konulan düşünceleri üstlenmeniz size zor görünüyor. Oysa bu mektubun geçmişi eleştirel olarak değerlendirmenizde ve buna uygun sonuçları çıkarmanızda size yardımcı olmasını ümit ediyorum. Eğer her halükârda bu mektupta bütünüyle berrak olmayan bir şeyler varsa veya kuşku duyuluyorsa, bu hâlde bunları bana bildirişeniz sevinirim.

Moskova, Hastane

Mart 1934                                                                                              Georgi Dimitrof

 

Birinci mektubun yazarlarından birinin 2 Mart 1934 tarihli aşağıdaki mektup Mart sonunda elime geçtiğinde bu satırları yazmış bulunuyordum:

Sevgili Dimitrof yoldaş,

Sen ve de diğer yoldaşların Popof ve Tanef’in kahverengi cehennemi terk ettiklerini ve şimdi Sovyetler Birliği’nde bulunduğunuzu sevinçle öğrendim. Böylesi kahraman savaşçılara saflarımızda ihtiyacımız olduğundan binlerce proleter yüreklerine su serpildi. Böylelerine sahip olmasaydık, o zaman Avusturya işçi sınıfının ihanet vasıtasıyla böylesine rezil bir yenilgiye mazur kalmak zorunda olmak durumuna gelmezdik. Bu bizim için kanlı bir ders idi. Bu biz için 1905 Rus yılıdır. Ve bizim Sovyetik bir Avusturya’yı ilan etmemiz ve Rusya’ya kardeş elini uzatmamız ve birlikte içinde sadece proleterlerin yaşayabileceği yeni bir devlet kurabilmemizin o kadar uzun sürmemesini umut etmek istiyoruz. Gerçek bir işçi devleti. (7)

Sevgili Dimitrof yoldaş, bizler artık kötümser hâle geldiğimizden senin Rusya’da olduğunu gerçekten de

görmemiz için bize birkaç satır yazmanı senden rica ediyoruz.

Mücadeleci Selamlarla

 

Evet, yoldaşlar, haklısınız. Eğer sizler gerçekten Bolşevik mücadele yürütseydiniz, o zaman sizin kahra-

manca mücadelenizin başka bir sonucu olurdu. Oysa böylesi savaşçılar ancak burjuvaziye karşı amansız

sınıf mücadelesinde yetişebilir. Ama sosyal-demokrasi böyle bir mücadele yürütmedi; tersine Otto Bauer

ve Fritz Adler bu mücadeleyi boşa çıkardılar. Ancak devrimci Birleşik Cephenin faşizme karşı kesintisiz

mücadelesi içinde yeni, cesur, çelikleşmiş savaşçılar yaratılır. Ancak Marks, Engels, Lenin, Stalin bayrağı altında yeni Bolşevik önderler yaratılacak ve Avusturya proletaryası onun zafer için kahramanca mücadelesinde eksik bulunan – güçlü bir Bolşevik partiye – nihayet kavuşacaktır.

Nisan 1934                                                                                     Georgi Dimitrof

 

Dimitrof Seçme Eserler, cilt 1, S: 577-593 (Almanca)

Dimitrof, Eserleri, (Bulgarca), cilt 9, S: 396-415

DİP NOTLAR:

     (1)   Burada, basın ve toplanma özgürlüğünün kaldırıldığı, parlamentonun ve “Schutzbund”un (Koruma Birliği –ÇN), silahlı sosyal-demokrat bir örgüt, 01 Nisan 1933’de feshedildiği ve Komünist Partisi’nin (aynı yılın 26 Mayıs’ında) yasaklandığı Avusturya’daki faşist “otoriter idare sistemi”nin uygulamaya konmasına atıfta bulunuyor.

1933 ve 1934 yılları Avusturya’nın İtalyan faşizmi ile Avusturyalı Milliyetçi Sosyalistler taraftarlarının kesin iktidar mücadelelerini sahnesiydi. Dollfuß-hükümeti milliyetçi-sosyalist partiyi yasakladı ve işçi hareketini imha etmeye koyuldu. “Heimwehr” (Vatanı Koruma –ÇN)’in faşist çeteleri 12 Şubat 1934’de “Arbeiterheime” [İşçi Yurtları –ÇN] (sosyal-demokrat örgütlerin merkezleri) işgal etmeye başladılar. Viyana, Linz ve ülkenin diğer bölgelerinde üç gün süren adamakıllı silahlı çatışmalar meydana geldi. İllegal Komünist Partisi işçileri genel greve ve silahlı mücadeleye çağırdı. Lakin sosyal-demokrat önderler halk kitlelerinin harekete geçirilmesini ret ettiler; genel grevin ilan edilmesini sabote ettiler ve böylece onu boşa çıkardılar.

     (2) Otto Bauer (1882-1938) – Avusturya Sosyal-Demokrat Partisi ve II. Enternasyonal’in önderlerinden biri. Birin ci Dünya Savaşından sonra dışişleri bakanı.

     (3) Burada işçiler Milano, Cenova ve Torino’da fabrikaları işgal ettiklerinde Eylül 1920’deki grev mücadeleleri kast edildi. Sosyalist sendika (CGİL)’in yönetimi Liberal Partinin Solları ile bir uzlaşma yapmaya ve işçileri işgal edilmiş fabrikaları çark etmeye zorlamaya koştu.

     (4) Burada 150.000 işçinin Ebert-Hükümetine karşı yürümek için sokağa çıktığı Ocak 1919’daki Berlin olaylarına atıfta bulunuyor. Kentin tüm işletmeleri genel greve katıldı. Bağımsız Sosyal-demokratlar işçi haini Ebert ile pazarlık görüşmelerine başladılar. Bu imparatorluk savunma bakanı olarak sosyal-şovenist Noske’ye gönüllü silahlı çeteleri kullanmaya ve proletaryanın eylemini engellemeye fırsat verdi. Bunlar Karl Liebknecht ve Rosa Luksemburg’un katledildiği günlerdi.

     (5) Friedrich Adler – Avusturya Sosyal-demokrat Partisi’nin fonksiyoneri ve II. Enternasyonal üyesi.

   (6) 15 Şubat 1927’de Viyanalı işçiler, taşradaki bir işçi yürüyüşü üzerine ateş açan ve birçok işçiye öldürmüş olan faşistlerin provokatif bir şekilde beraat etmesine yanıt olarak kitlesel bir yürüyüş örgütledi. Polis yürüyüşçülerin üzerine ateş etti; işçiler polis karakollarına ve adalet bakanlığına saldırdılar. Sokak mücadelelerinde yaklaşık 140 işçi öldü ve 1.500’ün üzerinde işçi yaralandı. Sosyal-demokrat önderler silahlanmak isteyen işçilerin taleplerini göz ardı ettiler ve onların mücadelesini boşa çıkardılar. Komünist Partisi olaylara belirleyici bir şekilde nüfuz etmek için çok zayıftı.

(7) Burada bir yanılgıya düştünüz. Siz doğal olarak proleter diktatörlüğün bir devleti olan Sovyet devletini kast ediyorsunuz. Ama onun içinde yalnız işçiler değil, aynı zamanda proletaryanın önderliğinde sosyalizmi inşa eden tüm emekçiler yaşıyor. (G. Dimitrof’un notu)

 

[AMLP’nin 2007 yılında Şubat 1934 Mücadelelerinin Başlamasının 73. yıldönümü ve AMLP’nin 40. Doğum Günü vesilesiyle yeniden yayınladığı 12 ŞUBAT 1934’ÜN DEVRİMCİ DERSLERİ adlı broşürü sayfa 30 – 44’den Türkçeye bizim çevirimiz.]

 

   [Yukarda Avusturya’daki iki devrimci grup İA RKP ve KOMAK-ML’in Avusturya cumhuriyet döneminin

     ilk işçi ayaklanmasının gerçekleştiği 12 Şubat 1934-olayları hakkında yazdığı bildirinin Türkçe çevirisini

   ve o zamanlar Komünist Enternasyonal’in başkanı Georgi Dimitrof’un konu ile ilgili “Avusturyalı İşçile-

   re Mektubu”nun Türkçe çevirisini bilgilerinize sunuyoruz. ]

Şubat 2016   Avusturya’dan Ydi-Çağrı Okuru

Hinterlasse einen Kommentar